Köşe Yazarları
İş Dünyasında Sivil Toplumun Yeri: Güven mi, Statü mü?
Nagihan Cengiz Çelebi – Türkiye Temsilcisi
İş dünyasının geleceği, yalnızca teknolojiye yatırım yapmakla değil, toplumla kurduğu bağların sağlamlığıyla da ölçülüyor. Sermayenin, verinin ve rekabetin öne çıktığı bir çağda belki de en az konuşulan ama en kritik unsur, sivil toplumun işlevi.
Sivil toplum kuruluşları (STK’lar); dernekler, vakıflar, meslek örgütleri ve kooperatifler aracılığıyla toplumsal fayda üretmek için varlar. Onların asli görevi; bireylerin sesi olmak, hak savunuculuğu yapmak, insan onuruna yakışan, adil ve eşit toplumsal dengeyi korumaktır. Peki, Almanya’daki Türk iş dünyası bu yapılara nasıl yaklaşıyor? Asıl varlığını yani köprü olma görevini yerine getiriyor mu, yoksa sistem fotoğraf çektirmenin/ziyaret/hediyeleşme/gündem değerlendirmenin ötesine geçiyor mu? Güven temelli, uzun soluklu ortaklıklar mı kuruyor, yoksa yalnızca statü sağlayacak “görünür” iş birlikleriyle mi yetiniyor?
Çifte Sorumluluk ve İtibar Yönetimi
Bugün Almanya’da yaşayan bir Türk iş insanı, hem AB’nin katı kurumsal sosyal sorumluluk (KSS) beklentilerini hem de Türkiye’deki toplumsal hassasiyetleri ve sürdürülebilir toplumsal faydayı aynı anda yönetmek zorunda. Örneğin, Almanya’daki güçlü ‘Verein’ (Dernek) kültürü ile Türkiye’deki vakıf geleneği arasında köprü kurarken, bu çifte sorumlulukta hata payı sıfırdır, sıfır olmalıdır; kuruluş amacı itibariyle beklentiler bu yöndedir.
Gerçek bir güven ilişkisi, yalnızca bağış ya da sponsorlukla kurulmaz. İş dünyası ile sivil toplum arasındaki köprünün şeffaflık, hesap verebilirlik ve ölçülebilir toplumsal etki üzerine inşa edilmesi gerekir.
Düşünün; bir şirket, hızlı bir imaj düzeltme için bir STK’ya tek seferlik yüklü bir fon sağlıyor, ancak bu STK’nın hesap verebilirliğini veya toplumsal etki raporunu sorgulamıyor. Kurulan bu ilişki, maalesef kumdan bir köprüdür. Toplumsal güven inşa etmek mi, yoksa kurumsal statü kazanmak mı? İşte ayrım bu soruda gizli.
Statü Projelerinin Görünmez Maliyeti
Sivil toplumun asıl görevi, iş dünyasının/iş insanının prestijini artırmak değil, toplumun faydasını gözetmek, temiz topluma hizmet etmektir. Sivil toplumun işlevini yitirdiği, yalnızca gösterişte yer aldığı her durumda, kaybeden aslında toplum olur. Ve bu samimiyetsizlik, kriz anlarında şirketin marka algısına ‘güvensiz’ etiketi yapıştırarak uzun vadede tahmin edilemez itibar zararına neden olur. Hızlı, tek seferlik ve kağıt üstünden ileri gitmeyen iş birliklerinin karşılığı, uzun soluklu ve güven temelli ortaklığın sağladığı ‘sosyal lisans’ın yanında çok düşüktür.
Oysa güven temelli bir işbirliği, işletmeye toplum nezdinde bir sosyal lisans kazandırır. Bu lisans, kriz anlarında şirketinizin yanında duran, itibarınızı koruyan ve size öngörülebilirlik sağlayan en değerli varlıktır. Güçlü sivil toplum demek, iş dünyasına da sosyal sermaye, öngörülebilirlik ve sonuç olarak istikrar demektir.
Sürdürülebilirliğin Yeni Formülü
Bugün ihtiyacımız olan, statü projelerinden çok sosyal fayda gözeten sivil toplum çağrısıdır. Sürdürülebilir kalkınma, yalnızca teknolojik yatırımlarla değil, toplumun her kesimiyle kurulan adil ve şeffaf ilişkilerle mümkündür. Toplumsal faydayı, ortak aklı ve güveni merkeze alan bir yaklaşım, yapay zeka çağında bile şirketinizin en sağlam temelini oluşturur.
Peki bu işin sonunda kim kazanıyor? İş dünyası, sivil toplumu güvenin ortağı olarak mı görecek, yoksa yalnızca statünün bir dekoru olarak mı? Bu kararın cevabı, sadece şirketinizin değil, içinde bulunduğumuz toplumun da geleceğini belirleyecektir.
